Archive for ‘film’

Mart 27, 2007

dondurmam gaymak

sürekli bir gürültü, durmadan bağrışıp duran adamlar, koreceden de kötüsü varmış dedirten bir ege şivesi ve en tizinden kadın sesleriyle saçma sapan bir film. zaten karadeniz veya güneydoğu dizilerini de aynı sebepten sevmem ya. şive yapalım, yayarak bişeyler söyleyelim diye karakterleri gereksiz gereksiz konuşturan yapımlara gıcık oluyorum. hof be !!!

Mart 27, 2007

sometimes in april

1994 yılında afrika’nın ruanda memleketinde zamanında avrupa memleketlerinin marifetiyle diğerine üstün kılınmış öbür kabilenin köprünün altından çok sular aktıktan sonra diğer kabile tarafından soykırıma uğratılmasını belgeselimsi bir havada, 140 dakika boyunca izleyicinin sinirlerini bozan, lanetler okutturan hiç dinmeyen bir üzüntü fışkırtması eşliğinde anlatan bir afrika filmi.. benzer ana noktalara sahip olduğu the last king of scotland‘ın aksine daha durgun bir film. amaçlanan film yapmaktan çok insanlara ruanda’da neler olduğunu anlatmakmış gibi, sanki kapsamlı bir haber programı izliyor gibi oluyorsunuz. heryerde cesetler var, bir sürü. insanların yeterli motivasyona sahip olduklarında hayvanlardan, hatta hayvandalardan daha da çok vahşi olabileceklerini görüyorsunuz, zıvanadan çıkmış insanların toplumsal cinnet halini izliyorsunuz.

çocukların zihinsel gelişimlerini olumsuz etkiler fln demeyip sometimes in april‘ı ilk okullarda izletmeli, tersi duygular geliştirmelerine fırsat vermeden onlara bu hayvanlığı göstermeli, acıma duygusu oluşturmalı diye düşünüyorum. “bakın bu çok kaka bir proses, sakın yapmayın” demeli. ağacı yaşken eğmeli yani. kuruyunca eğilmiyor, kırılıyor.

Mart 24, 2007

volver

pedro almodovar yönetmiş, penelope cruz oynamış ama olmamış. çok yapmacık geldi herşey. olayların seyri, karakterlerin tepkileri, misal sevinmeleri veya üzülmeleri, herşey çok yapmacıktı, çok tahmin edilirdi. türk filmi gibi denir ya, işte öyleydi. 3 kadının kesişen hikayeleri anlatılıyormuş filmde. kadınlardan biri almodovar’ın annesinden mi esinlenilmiş ne öyle bişeyler.

tamam ispanyol filmlerini severim, ispanyolca dinlemeyi de severim. niye bilmem ama severim. ama o bile kurtarmıyor volver‘ı. belki müzikleri için izlenebilir. onun haricinde gereksiz..

Mart 23, 2007

the last king of scotland

ingilizlerin desteğiyle darbe yaparak yönetime gelen ve 2003 yılında ölen gerçek bir diktatör olan idi amin (ki kendisini daha önce gereksiz komedi filmlerinde gördüğümü hatırladığım ama bu filmdeki hem çocuk gibi neşeli hem bir psikopat gibi manyak halleriyle çok iyi oynadığını düşündüğüm forest whitaker canlandırıyor) ve ingilizleri sevmeyen, mezuniyetiyle birlikte kendisini uganda’da bulan, lost‘tan desmond‘ın hık demiş burnundan düşmüşü (tip olarak değil de daha çok ses ve aksan olarak) james mcAvoy‘ un canlandırdığı doktor nicholas garrigan (bu ismi film boyunca o kadar çok duyuyorsunuz ki) ön planda olmak üzere bir afrika hikayesi.. evet cümleyi nasıl toplayacağımı bilemedim iyi bildiniz. girişini gelişmesini kaçırınca sonucu da belli olmuyor. neyse, olduğu kadar..

filmde afrikalıların ve afrikada yaşamın batılılar gözüyle anlatılmasını fln geçtim, ingilizlerin istedikleri oldukça iyi niyetli olduklarına hiç değinmedim, film olarak bakıldığında çok güzel bir film. kurgusal süreci içinde önce güldürüp sonra somurtturması, en sonunda da şoke edip uff dedirttirmesi iyiydi. müzikleri fln da güzeldi ama ben en çok iskoç aksanını sevdim. müzik gibiydi. desmond hayranlığım bir kat daha arttı.

forest whitaker bu filmdeki idi amin rolü ile oscar almış. kedi olalı bi fare yakaladınız demek istiyorum post’umu edit ederek..

Mart 20, 2007

the departed

niye oscar vermişler ki bu filme anlamadım. martin scorcese‘nin bu sene de oscar alamazsa hayata küseceğini mi düşündüler acaba. neye göre veriliyordu bu oscar sahi. şahan gökbakar‘ın ntv’deki programındaki skeçi geldi aklıma filmin sonunda. kameranın köstebeği gösterdiğini söylemişti. çoğunluğunu yahudilerin oluşturduğu akademi üyelerinden felan bahsetmişti. neyse konumuz o değil.

bugün bunu hepatit ze kişisiyle de konuştuk. kendisi karakterimi tahlil etti bir çırpıda. sanki ben bir fotoğrafım taam mı, açmış beni fotoşopta kesiyor felan. hüop dedim bi saniye. ben hiç bir şeyi, hiç kimseyi en yükseğe oturtmam ok? bişeyler haketmediği(ni düşündüğüm) halde en yükseğe oturtulursa da itiraz edesimi tutamam.

bak işte şimdi de tutamıyorum. normal şartlarda beğenebileceğim filme böyle kin kusuyorum. karamel görünce titretiyorum yani. ben buyum, ne yapabilirim.

şimdi şöyle ki bu film film değil. bi sürü de uzun. odun grubu matt damon kişisi (su grubu diye bişey varmış, burçlarla ilgiliymiş yeni öğrendim, odun grubunu da ben uydurdum) yine kendinden nefret ettiriyor, jack nicholson‘ın kendi sesi türkçe dublajını yapandan kötü ve leonardo di caprio çok fena arabesk. polislerin hepsi salak ve hepsinin de ağzı bozuk. sonra bir de, bir ara bunlar aralarında konuşurken arkadan ortamla alakasız sesler geliyordu. bilmiyorum dvdden mi kaynaklanıyordu yoksa filmin garipliği miydi.

ama bi daha da oscar alan film izlersem !!!