yaşından beklenmeyecek bir olgunluğa ve terbiyesizliğe sahip alper kamu’nun ettiği lafları ve hayal dünyasını okudukça “nasıl yaa 5 yaşında mı bu çocuk” diyesi geliyor insanın. gidişat polisiyeye kaymadan önce epey bir güldürüyor, hatta kopartıyor. yer yer gözümden yaş geldi gülmekten desem abartmış olmam sanırım. polisiye kısmını da başarılı buldum. biraz aceleye geldiği, amerikan filmlerindeki cinayet çözümü sahnelerine benzediği eleştirilerine katılıyorum çünkü kitabı okumam sadece birkaç günümü aldı. ki yavaş okuyan biriyimdir. diğer kitaplarını da okumalı alper canıgüz’ün diyip kendi yazdığı özgeçmişini ve kitabın arka kapak yazısını alıntılayım ki neyle karşı karşıya olduğunuzu anlayın. kitabın adı “oğullar ve rencide ruhlar evet”. boşuna yazmadım başlığa.
“1969´da istanbul´da doğdum. çocukluğum acıbadem´in çeşitli mahallelerinde, uydurduğum hikayeleri arkadaşlarıma anlatarak geçti. kalan zamanlarımda da mahalle savaşlarına katılıyordum. zannediyorum yalancı ve kötü huylu oluşum bundan ileri gelmektedir. 1980´de dârüşşafaka´ya girdim. orada, fazla konuşmak zayıf biri olduğunuzu düşündürebileceğinden hikayelerimi anlatmayı bırakıp yazmaya başladım. bir ara franz kafka isimli şahsiyetin benim kadar iyi uydurabildiğini fark edip küçük bir hayal kırıklığı yaşadım. ama çabuk toparlandım. ne de olsa ben daha gençtim ve o ölmüştü. boğaziçi üniversitesi´ndeki psikoloji eğitimim bana japon bıldırcınlarından pek de akıllı sayılamayacağızı öğretti. otuz yaşına geldiğimde, başladığım bir romanı nasıl olduysa bitirebildim: “tatlı rüyalar, psiko-absürd romantik komedi.” bugünlerde 11 aylık kızım ada´yla birlikte yeni romanım üzerinde çalışıyoruz. jules verne, michel zevaco, dostoyevski, calvino, nabokov ve fowles hayatımın farklı dönemlerinde beni etkilemiş, büyük uydurukçulardır.”
“Beş yaş insanın en olgun çağıdır; sonra çürüme başlar. Ben Alper Kamu, birkaç ay önce beş yaşına bastım. Doğum günüm yaklaşırken vaktimin büyük kısmını pencerenin önünde, dışardaki insanları izleyerek geçiriyordum. Hızlanarak, yavaşlayarak, türlü sesler çıkararak ve bir yerlere bakarak yaşayıp gidiyorlardı. Bir gün onlardan biri haline geleceğimi düşünmek beni hasta ediyordu. Ne yazık ki bundan kaçış yoktu. Zaman acımasızdı ve ben hızla yaşlanıyordum.
Hayatımdaki tek iyi şey artık anaokuluna gitmek zorunda olmayışımdı. Zarardan kâr. Uzun süre annem ile babama anaokulunun bana göre bir yer olmadığını anlatmaya çalışmıştım aslında. Bütün rasyonel dayanaklarıyla. Hiçbir işe yaramamıştı maalesef. İlla ki uykumda kan ter içinde tepinmek, servis minübüsü kapıya geldiğinde küçük çaplı bir sinir krizi geçirmek gibi yöntemlere başvurmam gerekecekti derdimi anlamaları için. Kepazelik. İnsanı kendinden utandırıyorlardı.”
Alper Canıgüz, Tatlı Rüyalar’dan bilinen sürükleyici diliyle, 5 yaşındaki bir çocuğun içine düştüğü bir hikayeyi anlatıyor. Yaşının avantajıyla her yere girip çıkan, hem filozof, hem fırlama bir oğlan… Hikayeyi ve “karakteri” çevreleyen semt hayatı ve mahalle atmosferi de, bizzat karakter kazanıyor, anlatıda…
Polisiye, fantastik ve mizahi edebiyatın tadlarını ustaca kaynaştıran, olağanüstü özgün, çok iddialı bir kitap.