Archive for ‘kamuoyuna maalolmuş hayat’

Nisan 3, 2007

sac idu net

ilk defa adres değiştiriyorum, böyle durumlar neler denebilir bilmiyorum. kısaca artık burdayız. şurda. aşağıda.

http://www.sacidu.net

Mart 22, 2007

estore

çok sinirliyim nerden başlasam bilmiyorum. olmayan ürünleri varmış gibi göstermelerinden mi, siparişleri geç göndermelerinden mi yoksa hiç göndermemelerinden mi, yoksa bir gün içinde cevap vereceklerini söyledikleri site içi mesajları hiç kaale almamalarından mı, veya sitede telefon numarası bulunmamasından mı, hangisinden? bit pazarı gibi bir alışveriş sitesi estore. hatta alıpvermeyiş sitesi.

10 dakikalık bir konuşma sonunda kimliği doğrulatma ihtiyacı bile duymadan siparişimi iptal etme isteğimi kabul edecek kadar da ezik. çok sert konuştum sanırım.

başta ismini vermeyim, reklamını yapmış olmayım, reklamın iyisi kötüsü olmaz diyordum ama sonra düşündüm de benim blog googleda aramalarda ilk sayfada çıkıyoya, belki estore diye arayanlar siteye değil de bu yazıya gelirler ve fikir değiştirirler fln. evet efendim estore kullanmıyoruz hepsiburada kullanıyoruz, başımız ağrımıyor.

Şubat 26, 2007

geç olsun güç olmasın

sezer’in işyerinde müdiresi iş haricinde ablası olan, henüz yüzyüze tanışmaya müşerref olamadığım halde dolaylı olarak bir yakınlık hissettiğim, gönüllerin ablası, büyük vakıfçı ayşegül hanım’ın biri bakanlara diğeri vekillere hediye edilmesi adet edinilmiş kitapları (osmanlı vakfiye tuğraları, selçuklu ve beylikler vakfiye tuğraları) bana hediye etme inceliğini göstererek beni, ben diyim kimlik bunalımı siz diyin statü karmaşası gibi karmaşık bir ruh haline gark ettiği için sonsuz teşekkürlerimi her ne kadar okula geç kalmış öğrenci gibi hissetsem de bir borç bilir, bu davranışın en kısa zamanda sezer’e de sirayet etmesini dilerim.

kendisinin misafirlerine ayhan sicimoğlu dinlettiğini öğrenmiş olmam beni ayrıca mutlu etti. onu da söyleyim.

Şubat 22, 2007

yüzoniki

teyit ettiremediğim duyumlarıma göre yılını kestiremediğim zamanlarda tarlaya gitmek üzere hazırlanan köylü insanı evin çocuklarına afyon koklatırlar ya da çiğnetirlermiş ki onlar tarladayken çocuklar şımarmasınlar, uyusunlar büyüsünler. küçük yaşlardan uyuşturucu bağımlılığı kazanan çocuklar birer yetişkin haline geldiklerinde kafaları iyi olduğu için bu geleneği devam ettirmeyi akıl edememişler ve ülke tarımı düşüşe geçmiş. yetkililer buna bir anlam verememiş ve almaya çalıştıkları tedbirlerde başarısız olmuşlar çünkü bu yöntemi sadece köylüler biliyormuş.

zaman içinde tıp gelişmiş, virüslerin genetik yapısına müdahale edilir, mikroplarla oyun hamuruyla oynanır gibi oynanır hale gelmiş. virüs milleti geliştikçe tıp milleti de gelişmiş (belki de bilinçlidir bu karşılıklı gelişim ha? neyle para kazanacak büsbüyük sağlık şirketleri virüsler gelişmese). yamulmuyorsam, grip virüsüne etkinliğini azaltacak müdahaleler yaparak hazırlanan aşılarla hastalık bağışıklık sistemine gripe neden olmayacak şekilde öğretilmiş. hala da öğretiliyor.

içinde bulunduğumuz zaman dilimi itibariyle tarım geçerli bir yaşam şekli olma niteliğini kaybetmiş durumda ve afyon üretimi devlet gözetiminde mi ne yapılıyor tam bilmiyorum. o yüzden yok öyle “çocuğa afyon çiğnetiyim de bi dvd izleyim sessiz sakin” demenin imkanı. ama bu bir ihtiyaç. çocuklar zaman içinde virüsler gibi geliştiler ve televizyon devirecek, “bokus bokus” diye milleti dövecek, gecenin 1 inde bile enerji seviyesi düşmeyen yaratıklar halinde geldiler.

bunu düşünen benim aklıma daha öncesinde, çocukların belli bir yaşa geldiklerinde, misal-i ala 3, yurta verilmeleri ve yine belli bir yaşa geldiklerinde, misal-i ala 9, geri alınmaları gibi bir çözüm gelmiş, bunu çeşitli ortamlarda dile getirmiş ve olumsuz tepkiler almıştım. bir süre önce bilimsel deneylere konu olabilecek kadar çok enerjisi olan bir çocuğun annesi olan akrabamın “geçen hafta hastayken nasıl mahzundu, hiç kalkmıyordu oturduğu yerden” demesi ve “keşke hep öyle olsa” şeklinde karşılık vermemle aklıma zamanında köylülerin uyguladığı yöntemin bir benzeri geldi.

bence çocuklara çok az hasta edecek kadar grip virüsü verilmeli ki sersemleşen bünyeler şımarıklık yapacak konsantrasyonu toplayamasınlar. virüsün vücuda verilmesinim çeşitli şekilleri ve dozajları olabilir diye düşünüyorum. çok şımarık bir çocuğa virüs damardan, amcalarını görünce şımaran bir çocuğa ise gerektiğinde kullanmak üzere 5 mglık tabletlerle ağızdan ya da sütüne karıştırarak felan verilebilir mesela. hem böylece çalışan bayanların kreşe verecekleri parayı kitaba, şuna buna verebilmelerinin de yolu pekala açılır. neden olmasın..

Şubat 20, 2007

yüzon

yemeklerimizi salonda ve televizyonsuz yiyemeyen bir aile olarak her sabah mevcut olan aile üyeleriyle yapılan kahvaltılarda benim tercihim olan cnbcedeki ekonomi haberleri yerine çoğunluğun tercihi olarak trt1deki sabah programını izliyoruz. bol gülüşlü, insanların mutlu olduğu, yemek yaptıkları, doktorların halkın dertlerine çare olduğu, şarkıların söylendiği standart sabah programlarından biri. gıcık bir muhabirimsisi var, program yapılırken orda burda gezip kendisine yapılan bağlantılarda insanlarla sohbet ediyor. ama o kadar gıcık. bir de türk sanat müziği söyleyen şarkıcılar var. çoğunluğunu kadınların oluşturduğu genelde trt radyosu kökenli tipler. hüzünlü bir şarkıyla başlıyorlar önce. tam “oh be bi şarkıyı daha sağ salim atlattık” diye düşünerekten beyaz peynire uzanırken dikkatimin dağıldığını gören orkestra melodiyi değiştiriveriyor. bu sefer hızlı bişeyler, kadın gülmeye başladı. herkes şen şakrak, seyircilerin elleri alkışlamaktan nasır olacak. şarkı bitince eziyet bitiyor mu? hayır. bi başkası başlıyor. ardarda kaç tane söylüyolar sayamıyorum. ve her sabah aynı işkenceyi yaşıyorum. tüm bunlar yetmiyormuş gibi sabah 11 ajansını da kaçırıyorum.