Archive for Kasım, 2006

Kasım 30, 2006

ansıyor musun?

bir kış akşamı bana gelsen, birbirimize sarılıp camların ardından karanlık, buz tutmuş sokakların ıssızlığına bakarak, bilmeden birlikte yaşanan masal kışlarını ansırız. gerçekten, senle ben, aynı büyülü patikalardan korkak adımlarla geçtik, birlikte kurt dolu ormanlara gittik, aynı periler, kulelerden sarkan yosun tutamlarından bizi gözlediler, kargaların uçuşmaları arasında. birlikte, bilmeden, belki de oradan ikimiz de bizi bekleyen gizemli yaşama doğru baktık. ilk kez orada, içimizde çılgın, taze istekler titreştiler. “ansıyor musun?” diyeceğiz, sıcak odada yavaşça birbirimize sarılarak ve sen bana güvenerek gülümseyeceksin, dışarıda rüzgarın sarstığı saçlar hüzünlü bir ses çıkartırken. ama sen – şimdi ansıyorum – eski adsız kralların, devlerin, büyülü bahçelerin masallarını bilmezsin. kaçırılıp insan sesiyle konuşan gizemli ağaçların altından geçirilmemişsindir hiç, ne ıssız bir şatonun kapısını çalmışsındır, ne de kutsal teknenin beşiklik ettiği doğu yıldızlarının altında uyumuşsundur. camların ardında, kış akşamı, büyük olasılıkla sessiz duracağız, ben ölü masallara dalacağım, sen, benim bilmediğim başka tasalara. “ansıyor musun?” diye soracağım sana, ama ansımayacaksın.

bir bahar günü, kül rengi gökyüzü altında, rüzgar sokaklarda geçen yıldan kalma üç beş eski yaprağı sürüklerken, kenar mahallelerde dolaşsam seninle; günlerden de pazar olsa. bu mahallelerde sıklıkla hüzünlü, kocaman tasalar ortaya çıkarlar, belirli saatlerde de şiir kol gezer, birbirlerini sevenlerin yüreklerini birleştirerek. ayrıca, evlerin ardındaki sonsuz ufukların, geçip giden trenlerin, kuzey bulutlarının desteğiyle, söylenemeyen umutlar doğarlar. yalnızca el ele tutuşacağız, ağır ağır yürüyeceğiz, anlamsız, aptalca, ama önemli şeyler söyleyerek. kocaman lambalar yanıncaya, soluk yapılardan uğursuz kent öyküleri, serüvenler, sevda oynaşmaları çıkıncaya dek. bunun üzerine, hep el ele tutuşarak susacağız, çünkü ruhlar konuşacaklar sözcüksüz olarak. ama sen – şimdi ansıyorum – bana hiç anlamsız, aptalca, ama önemli şeyler söylemedin. demek ki, ne sözünü ettiğim pazarı sevebilirsin, ne ruhun sessizce benim ruhumla konuşmayı bilir, ne saati geldiğinde kentin büyüleyiciliğini anlarsın, ne de kuzeyden inen umudu. sen ışıkları, kalabalığı, sana bakan erkekleri, şansın kol gezdiği söylenen sokakları yeğlersin. benden başkasın sen, o gün dolaşmaya gelecek olsan, yorulduğun için yakınacaksın, yalnızca yakınacaksın, başka bir şey demeden.

daha önce tatar çölü’nü okuduğum dino buzzatti tanrıyı gören köpek’ine de karamsar hikayelerle başlamış. okuyucuyu isyan ettiren aptallığa varan karamsarlıklar içeren hikayelerin ardından işte bu güzeldi denebilecek birkaç hikayeye de yer vermiş. kitaba ismini veren tanrıyı gören köpek hikayesi en uzunu ve en sonda. sırlar dünyasına konu olacak bir vaka..

Kasım 24, 2006

niye hep kar yağıyor, niye hep yollar kapanıyor..
anlamıyorum…

Kasım 24, 2006

seksenaltı

okuduğu kitabın sıkıcılığı (ne güldüren ne düşündüren gereksizlik örneği şeylerden bahsetmesi) ve yoğunsuzluğu (su ve civa gibi düşünün olayı. kitap vardır civa gibidir her paragrafı birkaç sayfa değerindedir. kitap vardır su gibidir hatta daha hafiftir. bir cümlede anlatacağını kocaaaa bir paragrafta anlatır bir sürü laf zırvası içerir) nedeniyle paragrafları atlayan ve bundan boşu boşuna bir de suçluluk duyan insanların,

okuduğu kitabın heyecanın doruklarında gezinen bir diyalogunda iki laftan birinden sonra gereksiz tasvir yapan paragrafları atlayıp sonraki repliği okuma isteğini zar zor engelleyen insanların adına,

gereksiz paragraflara son kampanyasına start veriyorum. sloganımız sadede gelin.

Kasım 16, 2006

seksenbeş

cnbce’deki 24 isimli dizinin 48ini, 72sini hatta daha fazlasını düşünün, e o kadar uzun olunca araya sık sık flashbacklar, hatta onlar kesmez flashnextler de koyun, 24deki amerika çok yaşa temasını kahrolsun amerika ile değiştirin.. işte şibumi bu.. şibumi ne acaba japonumsu felsefemsi mi gibi çağrışımlar yapıyor ama aslında aksiyon bir roman. trevanian, ki yazarın takma ismiymiş yeni öğrendim, kimse kim olduğunu nerde yaşadığını felan bilmezmiş, katya’nın yazındaki gibi güzel bir anlatım yapmış. romanın ortalarına doğru bask kültürüne duyduğu hayranlığı dile getirmek için uzun bir pasaj kullanmayı da ihmal etmemiş ve biraz sıkmış ama devamını merak ettirip 450 sayfayı birkaç günde okutmuş da.. çok yaşa trevanian diyoruz ve geçiyoruz..

Kasım 7, 2006

seksendört

günün belirsiz vakitlerinde yüksek volümle serdar ortaç, levent yüksel ve hakan peker dinleyen alt komşumuza acaip yüksek volümle metallica – i disappear dinleyerek karşılık verdim. kendisi şu anda hakan peker – karam dinliyor bilmemkaçıncı defa. ezberledim şarkıyı. en yakın zamanda cevabımı yine metallicayla vermeyi düşünüyorum.