Archive for ‘ben yazdım oldu’

Mart 22, 2007

estore

çok sinirliyim nerden başlasam bilmiyorum. olmayan ürünleri varmış gibi göstermelerinden mi, siparişleri geç göndermelerinden mi yoksa hiç göndermemelerinden mi, yoksa bir gün içinde cevap vereceklerini söyledikleri site içi mesajları hiç kaale almamalarından mı, veya sitede telefon numarası bulunmamasından mı, hangisinden? bit pazarı gibi bir alışveriş sitesi estore. hatta alıpvermeyiş sitesi.

10 dakikalık bir konuşma sonunda kimliği doğrulatma ihtiyacı bile duymadan siparişimi iptal etme isteğimi kabul edecek kadar da ezik. çok sert konuştum sanırım.

başta ismini vermeyim, reklamını yapmış olmayım, reklamın iyisi kötüsü olmaz diyordum ama sonra düşündüm de benim blog googleda aramalarda ilk sayfada çıkıyoya, belki estore diye arayanlar siteye değil de bu yazıya gelirler ve fikir değiştirirler fln. evet efendim estore kullanmıyoruz hepsiburada kullanıyoruz, başımız ağrımıyor.

Mart 14, 2007

kritik bir durum

ne zaman neyi merak edeceği belli olmayan bloggerların başlattığı ve bir virüs gibi ordan oraya yayılarak sanat akımı oluşturan mimleme hadiselerinden bir diğerini hepatit ze paslamış bana. sadece bana değil, tam 6 kişiye. kendisinden de böylesi bir bulaştırıcılık oranı beklenirdi zaten.

olayımız pası aldığımız blog sahibini eleştirmekmiş. hayır karakterini değil. site tasarımı, yazılarını fln sanırım. hepatitin yazısından bunu anladım. geyik yapacak olduktan sonra bundan kolay ne var. gerçi kendisi eleştiri kaldırabilir bir insan mıdır, bu yazımdan sonra bana yaklaşımı nasıl olur, linkimi sitesinden kaldırır mı gibi sorular aklıma gelmiyor değil ama kısmet diyip devam edelim.

yalnız şöyle birşey var ki söylemeden geçemem. benim hepatiti olumsuz eleştirmem daha önce söylediklerimi inkar etmem manasına gelir. temayı seçerken sordu güzel dedim. kuşlar var hani linklerin yanında yeşil. onları da sordu. o açıdan beni mimlemekle çok akıllıca davrandığını itiraf etmek zorundayım. tahmin etmiş olmalı eskisinden farklı şeyler söyleyemeyeceğimi.

ama blogu hakkındaki fikirlerimi bu vesileyle söylemek isteyebilirim. bir ali ayçil sever olup kendisini ondan güzel yazdığına inandıramadığım, anormal insanlardan oluştuğuna inandığım çevresiyle yaşadığı komik diyaloglarını her seferinde gülerek okuduğum, ama son zamanlarda yazacak bişey bulamama hastalığına kapılmış bir blogger bu hepatit ze kişisi. ya çevresi normalleşti ya da artık sıkıcı birini okuyor, seviyor. onun dışında, teması felan da güzel ama değiştirmek iyi gelebilir onu da burdan söyleyim. belki o zaman tekrar yazmaya başlar.

görevimi yerine getirmiş olabilmem için bu kadar yazmam yeterliyse eğer birini mimleyim ama kimi. hepatit bana kimseyi bırakmamış sezerden başka. hocam iyi orta gol getirir.

Şubat 22, 2007

yüzoniki

teyit ettiremediğim duyumlarıma göre yılını kestiremediğim zamanlarda tarlaya gitmek üzere hazırlanan köylü insanı evin çocuklarına afyon koklatırlar ya da çiğnetirlermiş ki onlar tarladayken çocuklar şımarmasınlar, uyusunlar büyüsünler. küçük yaşlardan uyuşturucu bağımlılığı kazanan çocuklar birer yetişkin haline geldiklerinde kafaları iyi olduğu için bu geleneği devam ettirmeyi akıl edememişler ve ülke tarımı düşüşe geçmiş. yetkililer buna bir anlam verememiş ve almaya çalıştıkları tedbirlerde başarısız olmuşlar çünkü bu yöntemi sadece köylüler biliyormuş.

zaman içinde tıp gelişmiş, virüslerin genetik yapısına müdahale edilir, mikroplarla oyun hamuruyla oynanır gibi oynanır hale gelmiş. virüs milleti geliştikçe tıp milleti de gelişmiş (belki de bilinçlidir bu karşılıklı gelişim ha? neyle para kazanacak büsbüyük sağlık şirketleri virüsler gelişmese). yamulmuyorsam, grip virüsüne etkinliğini azaltacak müdahaleler yaparak hazırlanan aşılarla hastalık bağışıklık sistemine gripe neden olmayacak şekilde öğretilmiş. hala da öğretiliyor.

içinde bulunduğumuz zaman dilimi itibariyle tarım geçerli bir yaşam şekli olma niteliğini kaybetmiş durumda ve afyon üretimi devlet gözetiminde mi ne yapılıyor tam bilmiyorum. o yüzden yok öyle “çocuğa afyon çiğnetiyim de bi dvd izleyim sessiz sakin” demenin imkanı. ama bu bir ihtiyaç. çocuklar zaman içinde virüsler gibi geliştiler ve televizyon devirecek, “bokus bokus” diye milleti dövecek, gecenin 1 inde bile enerji seviyesi düşmeyen yaratıklar halinde geldiler.

bunu düşünen benim aklıma daha öncesinde, çocukların belli bir yaşa geldiklerinde, misal-i ala 3, yurta verilmeleri ve yine belli bir yaşa geldiklerinde, misal-i ala 9, geri alınmaları gibi bir çözüm gelmiş, bunu çeşitli ortamlarda dile getirmiş ve olumsuz tepkiler almıştım. bir süre önce bilimsel deneylere konu olabilecek kadar çok enerjisi olan bir çocuğun annesi olan akrabamın “geçen hafta hastayken nasıl mahzundu, hiç kalkmıyordu oturduğu yerden” demesi ve “keşke hep öyle olsa” şeklinde karşılık vermemle aklıma zamanında köylülerin uyguladığı yöntemin bir benzeri geldi.

bence çocuklara çok az hasta edecek kadar grip virüsü verilmeli ki sersemleşen bünyeler şımarıklık yapacak konsantrasyonu toplayamasınlar. virüsün vücuda verilmesinim çeşitli şekilleri ve dozajları olabilir diye düşünüyorum. çok şımarık bir çocuğa virüs damardan, amcalarını görünce şımaran bir çocuğa ise gerektiğinde kullanmak üzere 5 mglık tabletlerle ağızdan ya da sütüne karıştırarak felan verilebilir mesela. hem böylece çalışan bayanların kreşe verecekleri parayı kitaba, şuna buna verebilmelerinin de yolu pekala açılır. neden olmasın..

Aralık 8, 2006

çok cnbce izleyenler iyi bilirler zırt pırt çıkan sensodyne reklamlarını. hassas dişler için biçilmez kaftan olduğu iddia edilen bu diş macununu tanıtan diş doktoru hiçbişeyden zevk almıyormuşçasına bir yüz ifadesine sahipken sensodyne in ferah nefes versiyonunu zevkle kullanmaktadır. anlaşılan o ki diğerlerini de kullanıyor arada bir ama en çok ferah nefes versiyonunu seviyor. zaten bu sensodyne denilen olay bağımlılık yapan birşeymiş öyle diyorlar sözlükte. bu diş doktoru amcanın yılgın bakışları, yorgun ses tonu bununla açıklanabilir sanırım. bu amca bir de sensodyne i 25-30 senedir kullandığını söylemiyor mu işte oraya kopuyorum. zaten en fazla 50 yaşında felan. 20 yaşında başladı ve bi daha bırakamadı demekki. nerden bulup başladığı ayrı bir konu. reklamları çıkana kadar ismini işitmediğim bu diş macununu amca 30 sene önce bulmuş ve hep kullanmış. bu ay sensodyne bulamadım ipana kullanıyım felan demek yok. belki de uyuşturucu satan zenci tiplemelerine benzer bir şekilde sensodyne satan tipler vardır.

cnbce demişken e2’ye değinmemek olmaz. cnbce’nin kardeş kanalı ile artık daha fazla dizi izleyebilicez. umarım test yayınında olmasından dolayı şu anki diziler gereksizdirler (married with children, cheers, saturday night show). cümle bozuk oldu sanırım. yani diyorum ki, test yayını nasılolsa demişlerdir, onun için gereksiz dizileri yayınlıyolardır. ilerisi için ise umutluyum. ama kanalın ismi iyi olmamış.

Kasım 24, 2006

seksenaltı

okuduğu kitabın sıkıcılığı (ne güldüren ne düşündüren gereksizlik örneği şeylerden bahsetmesi) ve yoğunsuzluğu (su ve civa gibi düşünün olayı. kitap vardır civa gibidir her paragrafı birkaç sayfa değerindedir. kitap vardır su gibidir hatta daha hafiftir. bir cümlede anlatacağını kocaaaa bir paragrafta anlatır bir sürü laf zırvası içerir) nedeniyle paragrafları atlayan ve bundan boşu boşuna bir de suçluluk duyan insanların,

okuduğu kitabın heyecanın doruklarında gezinen bir diyalogunda iki laftan birinden sonra gereksiz tasvir yapan paragrafları atlayıp sonraki repliği okuma isteğini zar zor engelleyen insanların adına,

gereksiz paragraflara son kampanyasına start veriyorum. sloganımız sadede gelin.