Archive for ‘kitap’

Mart 21, 2007

saatleri ayarlama enstitüsü

sanırım bir yıl kadar önce bir arkadaşımın övgüleriyle süslediği kitabı hediye etmesiyle okumaya başlamış ama sayfa 80 civarlarında devamını getiremeyeceğim ümitsizliğine kapılmış bırakmıştım. kitap veya filmleri yarıda bıraktığım pek olmaz ama bu bir istisnaydı. zaman içinde başkalarından da kitap hakkında övgüler duymaya, “okusana” tarzı telkinler almaya başladım ve bir önceki kitapyurdu siparişimden geriye okuyacak başka bişey kalmayınca da ahmet hamdi tanpınar‘ın saatleri ayarlama enstitüsü‘nü tekrar gündeme aldım.

kitabın ilk 100 sayfasını aştıktan sonra çok güzelleştiği, gülmekten yerlere yatıldığı düşünceleriyle ha gayret diyip eşiği aştım ve gerçekten denildiği gibi sevdim ama aslında 368 sayfa olup ormanda 10 kaplan gücünde olan, yoğun anlatımı ve eski türkçe kullanımıyla birinci vitesde uzun yol gitmeye çalışan bir araba gibi hararet yaparak okunan kitabın ilk 100 sayfasının kimi yerlerinden (bütünü için sıkıcı diyemem) daha sıkıcı yerleri olduğunu da gördüm.

kitap bir yavaşlayan bir hızlanan tempoda devam ediyor ve bazen hakkaten sıkarken bazen de elden bıraktırmayacak kadar kaptırıp gidiyor. yer yer çok güldürüyor, benzetmelerine, tanımlamalarına hayran bıraktırıyor.

bende alışkanlık oldu artık bu yazılar. film izlerken ve kitap okurken hakkında ne yazacağımı düşünmeye başlıyorum hemen. hatta bazen başladığım bir filmden ilk izlenimim kötü olursa, sıkılacağıma kanaat getirirsem “ne yazıcam ben bunun hakkında ya insanlar benden blog” bekler diye kara kara düşünmekten diyalogları kaçırıyor, filmi az geri alıyorum. felan filan.

ne diyordum. filmi izlerken şunlar geldi aklıma, onu söyleyecektim. saatleri ayarlama enstitüsü biraz dublörün dilemması, biraz fight club, biraz devil’s advocate. hayri irdal biraz nuh tufan, bir tutam jack, halit ayarcı ise biraz ibrahim kurban, aldığı kadar tyler durden, bence azcık da john milton. çünkü ancak şeytan bu kadar çok yalan söyleyip bu kadar başarılı olabilirdi. bunu şimdi uydurdum ama güzel oldu.

kitapta yanına işaret atılabilecek veya altı çizilebilecek, sonuçta alıntı yapılabilecek birçok paragraf var. bir kısmı saat veya herhangi başka birşey hakkında, dolayısıyla hayat hakkında ciddi tespitler içerirken bazıları da gülmekten yerlere yatıracak nitelikte. hem o kadar çok ki hangi birinin altını çizeceğinizi şaşırırsınız. sizin gibi okuyup bitirebilmiş birini bulup hakkında konuşmaya başlayın uzun süre susamazsınız, dalda dala atlayan serçeler gibi konuşur durursunuz (bu benzetme kitaptan). okurken kalem kullanma alışkanlığım olmadığı için çok hoşuma giden yerleri ya cep telefonuma yazıyorum ya da sayfa numarasını birkaç kez tekrarlayıp unutmamayı diliyorum. sayfa 146’nın sonunda komik bir paragraf görmüştüm ama şimdi bakınca spoiler olabilir diye vazgeçtim. onun yerine 199’dan kısa bir paragrafı alıntılıyorum.

“otomobil yerlerinden söktüğü ağaçları tepemizden ata ata gidiyor. herşeyde bir çocuk saçı yumuşaklığı var. altı sene evvel bakımsızlıktan ölen küçük kızımın saçları da böyle yumuşaktı. bari şu ihtiyarı çiğnemesek ! üstü başı benden perişan. belli ki kendinde değil ! aferin şoföre, adama hiç dokunmadan geçti. şimdi geçirdiği tehlikeyi anlayacak ve ürkecek. bu gece belki de rüyasında onu görecek, kaybettiği sevgililerinden bu kazanın hatırasıyla birdenbire ayrılacak.”

Mart 16, 2007

yüzler

rasim özdenören‘in farklı insan tiplerini, karakterlerini incelediği, yüzlerini yorumladığı, davranış biçimlerini sorgulayıp o niye böyle dedi bu niye böyle yaptıya muhtemel cevaplar verdiği bir kitap yüzler. kimi kısa kimi uzun, kimi sıkıcı kimi akıcı makalelerden oluşuyor. bazı makalelerde örnekleme yapmazken bazılarında kurgu bir olay veriyor ki söyledikleri canlandırılabilsin ve anlaşılabilsin. bir kısmında da ünlü roman karakterlerini masaya yatırıyor ki benim okurken en keyif aldıklarımdı bunlar.

raskolnikof: tek adamın monologu ya da kendinin şeytanı: estetik böcek

raskolnikof’un, şeytanına ne zaman kulak kabartmaya başladığı meçhuldür. onun öyküsü, o işi yapmaya karar verdiği süreç içinde bize iletilir. onun tereddütlü gibi göründüğü durumlar bile, aslında verilmiş bir kararın icraya konma denemelerinin momentleri gibi durur.

intihar edenin yüzü

umutsuzluğun doruk noktası daima saçma olanla buluşur: çünkü doruk noktasına ulaşmış olan umutsuzluk, orada, kendi özgül saçma’sını da bulur. gündelik yaşanan umutsuzluğun böyle bir doruk noktasına ulaşması sıkça görülen olaylardan değildir. umutsuzluğun doruk noktasına, bu demektir ki o saçma olan yere ulaşması, aynı zamanda onu yaşayan kişinin çılgınlığı ile de eşleşir. olanların olması ve kişinin kendine kıyabilmesi için bu üç öğenin buluşması gerekiyor: umutsuzluk, saçmalık ve çılgınlık.

Mart 6, 2007

çözülme

“şimdi sakinim, öyle olmam gerek, biraz daha durulmalıyım, çünkü ben bir şey yapmadım, buna iyice inanmalıyım, iyice inanmalıyım, bıçak en son benim elimde değildi, arabacı vurulduğunda da kimse beni orada görmedi, daha sakin, daha sakin.. ilkin kendimi inandırmalıyım.”

aklınıza suç ve ceza geldi di mi? benim de. çözülme; rasim özdenören‘in içerisinde üç adet kısa bir adet uzun hikaye olan kitabının ismi olduğu gibi uzun hikayenin de ismi.

Şubat 13, 2007

yüzyedi

doğadan markasına sahip bitki ve meyve (ne farkları var emin değilim) çaylarını sık sık içiyorum. normal, bildiğimiz çay (ki o da bir bitki çayı aslında) birden fazla kişinin bulunduğu ortamlarda muhabbet eşliğinde içilirmiş gibi düşünmem yüzünden yalnız olduğum zamanlardan böyle arayışlara giriyor, bazen de buluyorum.

bu bulduklarımdan bir tanesi de mandalina portakal aromalı olan meyve çayı. an itibariyle annemin masama koyduğu ve üzerinden buharı çıkmaya devam edecek sıcaklıktaki tylol hot görünümlü içeceğin tadında ise bir nebze limonatalık var (oralet miydi yoksa? sıcak olanından işte). kokusunu tam olarak hatırlamıyorum, biraz soğusun bardağı tutabileyim o zaman söylerim.

aslında ben bunu yazmayıp bu eşsiz lezzeti kendime saklayacaktım ama ali usta “portakallı mandalinalı çay / bununla tarihe geçebilirsin / farkındasın di mi abi / onlar böyle bişeyi icad ederek geçmişler tarihe / sende bu hatada ısrarcı olmakla geçecen” diyerek gaza gelmemi sağladı ve işte bu satırlar ortaya çıktı. bu arada çayı kokladım tylol hot gibi kokuyor. bir de yudum aldım tylol hot gibi aynı. limonata tanımlamamı unutun ok?

kız ararken’i okumak için ara verdiğim siz adamı ölmekten güldürürsünüz isimli kitabı bugün bitirdim. eski (hala yazıyor mu araştırmış değilim gerçi) gerçek hayat yazarı mine sota’nın sanırım orda yayınlanan yazılarının toplandığı bir kitap bu. zira ilk yazısını (salik sa bina) dergiden okuduğumu ansır gibiyim.

içindeki kısa kısa hikayelerden bazılarında çok komik dialoglar içeren kitabın bazı hikayeleri ise olacak o kadar’ı aratmayarak gıcık ediyor. sonunda toplumsal mesajlar veren tebessüm dahi ettirememiş hikayelerin sonuna geldiğinde isyan etmeden duramıyor insan. bir de farklı zamanlarda yazılmış yazıların toplanmasıyla meydana geldiği için bir konu bütünlüğünün felan olmayışını ele alınca keyfiniz yerinde değilse güldürmüyor. ama atalarımız yiğidi öldür hakkını ver demişler ya; öldürdüğüme göre hakkını da veriyim. her ne kadar beklediğimden basit olsa da bazı hikayelerde baya güldüm.

bir de şunu diyip öyle gidiyim. bundan böyle burada daha sık film yorumu okuyacaksınız. ali usta saolsun..

Şubat 12, 2007

yüzaltı

soluksuz olarak tabir edilen kitaplardan biri “kız ararken”. filmler için mi kullanılırdı o tabir yoksa? neyse önemi yok öyleyse de ben kitap için kullandım oldu bitti diyecek pişkinliğe sahibim. böyle davranmayı biraz da kitaptaki karakterlerden öğrendim. yanlış hatırlamıyorsam sekiz hikaye var; ikisi uzun gerisi kısa. 264 sayfayı 3 günde okutacak kadar hızlı gelişen bir kurgusu var. kurgu dediğime bakmayın; öyle karmaşık olaylar silsilesi ile karşı karşıya kalmayacaksınız eğer okursanız. hikayeler birinci elden, başroldeki karakterin ağzından anlatılıyor ve bu karakterler yaptıkları her bir şeyi ince ince anlatıyorlar. zaten her biri kendi içinde bir otisabi, nasıl ayar versem kimi bozsam diye anasını satmışım dünyanın havalarında geziyor.

anlaşılan o ki kitabın sonlarına geldiğimde bloga ne yazsam diye kafamdan kurgulama çabalarım boşa gitmiş. okurken beğendiğim satırların altını çizme alışkanlığım olsa çizik çüzük yapacağım “kız ararken” hakkında buraya yazacak birşey bulamıyorum. belki de içindeki hikayelerin hızından. ama çok beğendiğimi ve oldukça da güldüğümü bilmelisiniz. ne zamandır böylesini okumamıştım..

bu arada kitap toprak ışık’ın. unutuyordum nerdeyse..